27 Şubat 2012 Pazartesi

her yanım sadece çocuk..






artık her yanım sadece çocuk..

içimdeki çok bilen yetişkinim

 nereye gitti bilmiyorum.

yüreğimin ipleri

çocukların elinde.

aklımın iplerini

kocaman bir uçurtmaya bağlamıştım

yağdı yağmur

esti rüzgar

açtım avucumu..

uçurtmam elimden kaçar..

23 Şubat 2012 Perşembe

eski bir defter..




                                                            Eski bir defter
                                                      Sayfalar yarıdan fazla dolu
                                                       Bazı yazılanlar silinmiş
                                                    Bazılarından kalemle geçilmiş..
                                                          Kenar süsü çiçekler
                                                           Penbeler maviler
                                                          Kıvrılmış köşelerinden
                                                    Yırtılıp atılmış pek çok yaprak
                                                           İmza atılmış gibi
                                                           Her sayfada adım
                                                           Daireler içine alınmış
                                                           Tarihler atılmış
                                                           Başlarda çocukluk
                                                          Altmışlı yıllarım
                                                          Ortalarda gençlik
                                                          Yetmişlerin baskıları
                                                          Sonra sorguladığım
                                                        Seksenler, doksanlar
                                                           Yırtıp attığım
                                                           Unuttum sandığım
                                                    Ama zımbada takılı kalan parçaları
                                                           Hatıralarım..
                                                           Bir deli gibi yazdığım..
                                                           yazdığım..
                                                            karalayıp, yırtıp attığım
                                                    Bu eski defter gibi benim yaşamım..

Yeni bir Başlangıç..



İkinci defa hayatımı resetliyorum..ilki bundan 9 yıl önceydi..bu reset olayını seviyorum ben..çünkü pek çok şeyi yeniliyor insan..yaşadığın yer, çevre, çevrendeki yüzler, alışkanlıkların herşey değişiyor ve yenileniyor..Ben gençlik yıllarımın geçtiği yere dönüyorum..Bu benim için farklı bir deneyim olacak çünkü on'lu yaşlarımı yaşadığım o yere artk farklı bir açıdan bakıyorum..Şanslı biriyim eski mahalleme hatta sokağıma taşınıyorum..Hala eski arkadaşlar ve komşular var o sokakta sayıları çok fazla olmasa da.

Yeni bir solukla, eski olana ben dahil olucam..ve biliyorum ki kolayca uyum sağlama sürecinden geçicem..İnsanın eskiye ait bir zaman da eskimeyen dostlarının olması çok güzel bir şey bu açıdan kendimi çok şanslı görüyorum.Bu resetleme bana iyi gelecek. Hayatta bazı rutinleri değiştirmek gerek diye düşünüyorum. Belki bu düşünce ile hep spontane kararlar aldım hayatımda.Bazen doğru bazen hatalı kararlardı bunlar..Ama ne olursa olsun bana ait yaşam da kendi kararlarım ile yaşamayı seviyorum..bu yüzden de hiç olmadık bir anda farklı bir şeylere kalkışabiliyorum.

Yarın yeni hayatımın başlangıç günü..Her insanın hayatında belli zamanlardfa nirengi noktaları olduğuna inanan biriyim. Nirengi noktasında bazen bir insan vardır bazen de bir durum..Ama mutlaka sizin "şimdi"nizde olan bu nokta ile siz gelecekte bir zamanınızı belirlersiniz.'Tesadüf gibi görünen şeyler aslında bu zaman noktalarında önceden belirlenen durumlardır diye düşünüyorum.

İşte bu düşünce ile biraz heyecanlıyım çünkü geleceğimdeki ben bugün aldığım kararlarla ve bunun sonucu  kalkışlarla yön belirliyorum..Neyse işte böyle bir durumdayım..

Birkaç gün blogumdan uzak kalıcam sanırım ama emin olun döndüğümde geçen bir kaç günü paylaşıcam burada. Ne olacak bu süreçte; biraz heyecan, bol miktarda yorgunluk ve sonrasında dinginlik ile desteklenen mutluluk..sevgiyle hoş kalın..

21 Şubat 2012 Salı

uyanıklıktan uyanmak..




uyuduğumuzda ve bir rüya içinde kendimizi gördüğümüzde, rüya ya
 da bir hayal içinde olduğumuzu bilmeyiz..rüyada bir gerçeklik içinde yaşarız.. orda da duygularımız, algılarımız vardır. korkular,sevinçle,umutlar,umutsuzluklar vardır. imkansızlıklar rüyalarımızda yoktur.herşey mümkündür.. herkes kendi rüyasında kendi gerçekliğini yaşar bir başkasının buna müdahale etme şansı yoktur..bu bizim zihnimizde, bizim yarattığımız bir dünyadır.uyandığımızda, bir rüya gördüm ve uyandım deriz.. içinde bulunduğumuz gerçekliğe gözlerimizi açarız..zihnimizde yarattığımız her şey bu gerçeklikte de bizim dünyamız olarak, bizim hayatımız olarak bizim için oluşur..uyanıklık halinde olduğumuzu düşündüğümüzde etrafımızdaki herşey bizim gerçek olarak algıladığımız şeylerdir..algılar bazen yanıltıcı olabilir.o yüzden görmemiz, gerçekten görmemiz gerekmektedir.organ olarak sahip olduğumuz göz ile bakmak değil anlayarak görmemiz gerekiyor..ve bakmamız gereken yer aslında zihnimiz.zihnimizdekileri görebildiğimizde o zaman uyanıklık halinde olduğumuz şeyinde aslında bir nevi uyku hali olduğunu kavrayabiliriz..burda da oluşturduğumuz  imkansızlıklar vardır ancak burada da herşey mümkün:).bu yüzden  uyanıklıktan uyanmak gerekiyor..gün aydın olsun herkesss..bugün zihninizde lütfen güzel bir dünya yaratın:)))

15 Şubat 2012 Çarşamba

yok artıkk!!!

Kültür Üniversitesinde okuyan yarışmacı hanım kızımız; kırmızı ve beyaz karışımından hangi renk çıkar sorusuna mefti, zembi gibi çeşitli uyduruk renkler söyleyince yarışmadan ilk soru sonunda ayrılmak zorunda kaldı..

Bergama'da kurs öğrencilerimin çalışmalarından..

Ekim ayından beri Bergama Bel. konservatuarında hafta da 2 gün temel sanat eğitim kursu veriyorum. Kursa genciyle, yetişkiniyle pek çok talep oldu başlangıçta..Şu an makul bir sayıya indi bu rakam..Ve artık yavaş yavaş öğrencilerimin çalışmalarının karşılığını görmeye başladım..Onlarla gurur duyuyorum..Çünkü sanatın her hangi bir dalında eğer iyi bir şeyler yapmak istiyorsanız, istek ve özverili çalışma kişiyi ileriye taşıyan en önemli faktörler..


                                                                         Savaş Şengül


Şevkiye Şengül

İşte bugün sizlerle iki öğrencimin çalışmalarının başarılı sonuçlarını paylaşıyorum..Onlarla gurur duyuyorum..

bir videonun düşündürdükleri..

Facebook'ta bir video izledim bugün..Türkiye böyle bir sevgililer günü hediyesi görmedi yorumuyla..videonun esas kahramanları anlaşılacağı üzere bir çift sevgili..arabada sohbet ederek gidiyorlar..arkada hikayeye figüran bir arkadaşları videoyu çekiyor..arkadan bir kırmızı BMW geliyor sanki bunları trafikte sıkıştırıyormuş gibi artistik hareketler yapıyor, sonra selektör yakıp sağa yanaşıyor bizim kahramanlarımız da arkasına yanaşıyorlar..kırmızı BMW'den bir adam çıkıyor kız neden durduk diye oğlana kızıyor , adam kızın olduğu tarafa yanaşıp camı açtırıyor ve kıza öndeki arabanın falancanın(kızın sevgilisi) sevgililer günü hediyesi olduğunu söylüyor..kız çığlıklarla çocuğu öpüyor sonra arabaya doğru hoplaya zıplaya koşuyor..falan filan:)))
Kimsenin sevgililer günü hediyesinde gözüm yok..kazasız belasız kullanımlar dilerim 20'li yaşlarındaki genç kıza..


Bu hediyenin veriliş biçimindeki yaratıcılığı da takdir ediyorum..ki büyük bir görgüsüzlükle videoya çekilip Facebook'!ta yayınlanmış olmasına rağmen. Bu videoyu izledikten sonra beni düşündüren şey çok farklı..20 li yaşlarda bir genç erkeğin bir demet kırmızı gül hediye eder gibi, ki pek çok gencimiz bir tane gül bile alamayacak durumda iken, son model bir arabayı hediye etmesi düşündürücü değil mi? 


Bu ülkede çok büyük sınıf farklılığı oluşmaya başladı. Bir tarafta büyük bir çoğunluğu açlık sınırında yaşayan insanlar var iken diğer tarafta kolay yoldan edinilmiş servet  sahibi azınlıklar..Toplumsal sınıf  farkları gittikçe büyüyen bir uçuruma dönüşüyor. Bir dönemin iktidar başbakanının "benim memurum, işçim, köylüm işini bilir" diyerek bir nesil öncesinde yozlaşmaya açık davetiye gibi sözleri aklıma geliyor ve toplumsal dengelerin, sınıfsal düzenlerin günümüzdeki yansımalarını görebiliyorum. Bugünün gençleri böyle bir yönlendirme ile kolay yoldan para kazanarak servet edinmenin yolunu bulup, köşe kapanların çocukları değil mi?


Bu ülkede hiç kimse hak ettiği yerde durmuyor. Dürüstlük ve emek ile kazanılmış servet sahipleri yerlerini yeni zenginlere bıraktı..Bürokratik makamlara baktığımız da da durum bundan farksız değil..Sadece hükümete yandaş olmak ya da her devrin her iktidarın insanı olmak ile dahi, alanında yetkisiz insanlar 'titr' kazandı..


Eskiden merdaneli çamaşır makineleri vardı bilmem hatırlar mısınız? Çamaşırlar ortadaki sütun döndükçe ordan oraya savrularak yıkanırdı..İşte bizim toplumsal yapı  içerisindeki durumumuzda bu makinedeki çamaşırlar gibi. Öncesinde yaşamın içinde ordan oraya savruluyoruz sonra da merdane kısmına alınıp canımız iyice çıkana kadar sıkılıyor, sıkılıyoruz.


Toplum içinde değerlerimiz ölçüsünde varlık gösterdiğimize inanıyorum. Bir kısım insan hayatın içinde merdaneli makinenin içindeymişcesine ordan oraya savrulurken değerlerini kaybetmeme mücadelesi veriyor, bir başka güruh ise merdanenin kolunu çeviriyor..Yaşam adil değil demicem çünkü biliyorum ki adiliyet duygusunu kaybeden sadece ve sadece insan..


Ben kırmızıyı sevmem araba da kullanamam zaten:))ama çok kolay hediye edilebilen kırmızı son model arabalar üzerine düşünürüm..işte bu hediye bana bunları düşündürttü..sevgiyle kalın..










Mihrişah Sultan Azaklı..sevgili dost insandan..

koynumda dolunay-

kutuplarda buz topluyorum

eteklerim kar

fısıltıdan çığlıklar

boğuluyorum

içimde donuyor

aşk

şah-IKaRgA

yalnızlıktaki özgürlük..



ne özgürlük..birilerinin anladığı şekilde.. ne de yalnızlık

hem yalnızım hem özgürüm hem de kendi irademle bunlara sahibim 

işte sanırım bütün mesele bu ikisine kendi iradenle sahip olabilmek..





14 Şubat 2012 Salı

Daha önce Erkan Sezgin arkadaşımın blog sayfasında yayınlanan facebook ile ilgili yazım


FACE’SEL, FACE UYUM KURALLARI


Henüz  bir yıllık bile olmayan aktif face kullanıcısıyım (ne demekse). Meğer ne çok kural kapsamaktaymış bu sosyal meret. İçine tam anlamıyla dahil olmak, kabul görmek için bu kuralların harfiyen uygulanması gerekmekteymiş. Kendi koyduğun kurallarla iyi bir face kullanıcısı olunmuyormuş meğer.

Gerçek hayatta istediğin kadar nazik biri ol hiç önemli değil.. eğer bir arkadaşının gönderisine, bir yorumuna ‘beğen’ tıklamadıysan yandın. Nezaketsizlikle suçlanma ihtimalin artıyor..kendini savunmaya kalktığında da şikayet konusundan kimlik bunalımı yarattığın suçlaması ile karşılaşabilirsin.

Arkadaşların gönderilerine salt  yorum yapmakta yeterli değilmiş illaki beğeni tıklaman gerekiyor..Bir gönderi altına beğendiğini ilgilendiğini gösteren aşağıya doğru uzanan tüm yorumlarına rağmen beğeni yapmadın mı yorumların yorumsuz ve de önemsiz kalabiliyor çünkü; nezaketsiz, umursamaz  ve saygısız görünüyormuşsunJ Demek ki birinci kural neymiş;

      “beğen” tıklamak şart imiş..

Efendim, face kurallar kapsamında popüler bir şahıs aranan, takip edilen bir face kulanıcısı olmak isteyip istememenizin bir önemi yok kurallara uymak zorundasınız. Bunun içinde yaptığınız paylaşımların, gönderilerin face sosyal halk kitlesi çoğunluğuna uygun olmasına dikkat etmek zorundasınız..Sizin beğeni kriterleriniz ile belirleyici değil yaptığınız paylaşımlar, belirleyici olan paylaşımlarınızla sizi takip edecek olan kitle..Bir kere ciddi, ağlak, gerçek sorunlardan aleni söz etmek en büyük kuralsızlık o yüzden hemen bu huyunuzdan vazgeçmeniz gerekiyor..Yoksa maazallah popülarite falan yaratamaz, paylaşımlarınız duvarınızda sayılar ile belirlenen beğen ibarelerinden yoksun kalır, bu da sizin face kitlesi tarafından dışarıda bırakıldığınızın göstergesi sayılırmışJDemek ki ikinci kural neymiş;

       “her paylaşımda face kitlesine göre hareket edip, çoğunluk ne isterse onlar paylaşılcakmış”

Birde face takipçilerini yakından ilgilendiren bir başka kural daha var. Gruplar ile ilgili kurallar. Hani sayfanızda  gezinirken birden kendinizi bir sayfada bulursunuz “ kuantumda maydonoz arayanlar” grubu farzımisal. Siz şaşkın şaşkın buraya nasıl geldim diye düşünür, bir yandan da maydonoz ve kuantum arasında bir ilşki kurmaya çalışırken patır patır yağan dolu gibi gönderiler tık tık tık düşmeye başlar. Gruba katılmak istermisiniz diye size sorulmayışının bir önemi yoktur, çünkü nasıl olsa popülarite kazanında fokurdayabilmeniz için bir arkadaşınız tarafından duvara dahil edilmişsinizdir.

“merhaba, davetinize teşekkürler”J iletisi yazar birde gülen surat eklersiniz. Ehh!ne yapalım der kendinizi bu grubu tanımaya yönlendirir, üyelere, paylaşımlara göz atarsınız. Yahu! Bunların hangisi maydonozcu hangisi kuantumcu diye sezgisel arayış içindeyken pat! Diye kendinizi “denizaltı yosunları karaya vuranlar” grubunda bulursunuz..

Sözü fazla uzatmadan bu konuyu bağlayayım. Siz bir gruba paldır küldür dahil edildiğinizde bu kez sizi bekleyen tehlike gruptan dışarı atılmanızdır. Grup adlarındaki maydonoz- yosun, deniz-kuantum kadar birbirine yakın/uzak olabilir facedaşlar hiç önemli değil. Gruplarda zaten maydonozdan, yosundan ya da kuantumdan söz edilmez zaten. Hemen yapıştırın seçmece şairlerden seçmece şiirler, müzik videolaro ya da ünlü kişi sözleri, ata sözleri..ataların sizin atanız olması da önemli değil, bir Alman’ın yada bir Fransız’ın atası olabilir, yeterki popüler olsun.

Bu arada bu süreç böyle devam ederken duvarlaına adeta fırlatıldığınız gruplarınız artmaktadır. Birgün karşınızda bir gönderi belirir maydonoalu kuantum grup kurucusundan gelmiştir. Gönderi maydonozlu değildir ama acılı!!atomlar vardır sözcüklerde kuantumla ilgili olmasalar bile..diyordur ki;

 “grupta paylaşım yapmayan arkadaşları, atma hakkımı kullanarak, gruptan atıcam”

Yahu! Gruba alırken kimse bana “girme hakkını kullanmak istermisin?” diye sormamış, adam beni atacak hemde niye; üç gün duvara şiir yapıştırmadım diye..Face halk kitlesinde bir grup oluşturmak sakıncalı durumlar yaratıyor bence kişiler üzerinde..grup kuran kendini birden bir şirketin yönetim kurulu başkanı falan sanıyor galiba..” hıımmm!!Falanca Hanım/Bey siz son birkaç yönetim kurul toplantısına katılmadınız, şirketimiz için etkisiz eleman ilan edildiniz sizi kovuyorum” gibilerinden bir durum yaratıyor..Rüyada kendini Microsoft’un başkanı görmek gibi bir şeyJ

Acaip asabınız bozulur ve birden kendinizi efsanevi kahraman ‘kötü kedi Şerafettin’ gibi sırıtırken bulursunuz. Egonuz kuantum salçalı maydonozla vurulmuştur çünkü..eğer bu bu asap bozukluğuyla kuantum ve maydonoz üzerine bir şey söylemeye kalkarsanız(zaten grupta bulamadığınızdan yakınarak) diğer grup müridleri pardon üyeleri tarafından adeta sözlü saldırıya uğrayabilirsiniz Size tavsiyem fazla debelenmeyin hiç değilse gruptan atılımınız kolay olsun, en azından bir taraflarınıza kuantumlu maydonoz kaçmamış olur ..eğer bir gruba talihsizlik eseri olaraktan atıldığınızı düşündüyseniz, ya bir gece yarısı sessizce kaçacak yada kısa bir süre sonra fırlatılmaya razı olacaksınız
 Böylece üçüncü kuralımız neymiş;

         “grupları fazla irdelemeden, komün havasını derin derin solumak yada hemen tüymek gerekiyormuş”

Bu ana kadar söz ettiklerim face sosyal topluluğu sanal fanilerinin kurallarından bazıları. Öyle iyi bir face fanisi olmak kolay değil çünkü birde face ibadethanesinin pardon sitesinin kendi kuralları var. Bunlarla sıklıkla karşılaşırsınız. Bu kuralların ihlali ‘cami duvarına işemek’ ile eş anlamlıdır adeta..sıkıyorsa duvara işeyin..faceten hemen bir vahiy pardon kural penceresi gelir uvarınıza..tek fark onlar günah demezler yasak derler. Asla ve asla hata kabul etmez, çok üstüne üstüne giderseniz kendi ’10 emir’ leri doğrultusunda sizi günahkar ilan eder ve ibadete gelmenize engel olurlar. Taki face in görünmez, perde arkası melekleri tarafından affınız sağlanıncaya kadar.  Bu süre genelde 3 gün olup, günahlarınızdan arındığınız ve tövbe ettiğiniz düşünüldüğünde size kapatılan kapılar yeniden açılır ve içeri alınırsınız.

Kapılar size yeniden açıldığında içeri huşu ile girer, facedaş’larınızla hasret giderir atılmanıza neden olan günahkar sözcükleri kullanmamaya dikkat edersiniz..Eee! face dünyası burası, burada varsanız gerçek dünyada da varmışsınız gibi!! davranılır.Demek ki dördüncü kural neymiş;

         “asla ve asla face kurallarına uymamazlık etmicekmişiz”

İşte tüm bunlar gözlemlediklerimden sadece bir kaçı..espri katılmış gerçekler. Bazen, dostlukları reele taşımak istersiniz. İnadına face sosyal sanal aleminde sahiciliğinizi korumaya çalışırsınız. Süzgecinizin deliklerini biraz daha küçültürsünüz. Bazen ekran karşısında otururken, aslında orda olmadığınızı ve oraya dışarıdan baktığınızı görürsünüz gerçek dünyanın bu sanal yaratısına..kahkahalarla gülersiniz önünüzdeki manzaraya, manzaradaki gerçekliğin başka başka oluşuna. Sonra oturup bu başka başkalığı yazmak istersiniz kendi gerçekliğinizin farkındalığıyla..ekranı kapatıp elinize aldığınız kalem ve deftere gerçek bir yazı, sizin harf karakterlerinizle sizi yansıtan bir yazı yazmak istersiniz keyifle..sigaranızı yakar, sokaktan içeri dolan gürültülerle yazmaya başlarsınız.

Ben işte bunları yazmayı istedim.. yazdım ve paylaştım. Aman haa! Beğen tıklaması yapmak zorunda değilsinizJ Sevgiyle gerçek dünyada gerçeklerle kalın..

Bu yazımı kendi bloğunda yayınlamayı kabul eden sevgili, gerçek dost Erkan’a teşekkürlerimle..

Heykeltıraş Nerm Sözel

aman dikkat:)))

Bugün fakülteden dönerken otobüste yanımda duran kız sinirli bir şekilde telefondaki kişiye şöyle diyordu;

"yok!sevgililer günüymüş, yok! bilmem ne günüymüş hiç önemli değil..ben böyle günlere meraklı değilim zaten..her hangi bir işlevi yoksa bu tür günler önemli değildir benim için"..ee! buraya kadar iyi..iyi de gittikçe yükselen ve sinirden titreyen bir sesle devam eden şikayetlerinden anladığım kadarıyla bugünün özel bir kutlamaya dönüşmemiş olmasına çok içerlemişti.

Ne yaman bir çelişkidir bu böyle..hem bu günlerin önemi olmadığını söyleyip hem de günün anlam ve önemine uygun bir kutlama ile karşılaşmadığında öfkeden deliye döneceksin..

Sevgililer Günü, sevgilisi olanın-olmayanın, olup ta kutlayanın-kutlamayanın sinirlerini alt üst eden bir gün..aman sevgiliniz varsa daha bir dikkatli olun ki büyük bir krize dönüşen bir gün olmasın bugün:)))sevgiyle kalın..


Erkan Sezgin arkadaşımın blogunda geçen yıl yayınlanan röportajım..


HEM HEYKEL HEM DE TIRAŞ (Söyleşi)



Birkaç yıl önce iş yerinde öğle arası oturduğum piknik masasına biri daha oturdu. Hoş beşten sonra öğrendim ki bir şehir plancısıymış. Kendisine de söyledim gördüğüm ilk şehir plancısının o olduğunu. Aradan birkaç ay geçtikten sonra bizim müzmin bekar bir arkadaşın yeni evlendiği eşiyle tanıştım. Meğer o da şehir plancısıymış.

Demem o ki, meraklıyım insana. Mümkün mertebe değişik insanlarla tanışmak, konuşmak, merakımı gidermek isterim. Sonuçta yaşamı öğrenmenin, çözmenim yolu bir yerde yaşamın her alanından insan tanımak, onlardan öğrenmekten geçer. 

Sona doğru hızla ilerlediğim yaşamımda hala tanımadığım insanlar bilmediğim konular çok. O nedenle bizim Şerife’nin bir Heykeltıraş arkadaşı olduğunu görünce hemen sanal arkadaş oldum. Sergi açtığını öğrenince de hemen soluğu galeride aldım. Hayır, açılışa yetişemedim, telafi vizesi gibi ziyaretçilerini beklediği bir günü olduğunu öğrenince.

Aziz Nesin, hikayelerinden birinde bir komünistle karşılaşmasını anlatır. Komünist olduğunu öğrendiği komşularının oğlunu sakallı görünce der ki komünist sakallı olur.Ben de baktım Nermin kısa saçlı. Bugünlerde gördüğümüz ucubenin heykeltıraşı da kısa saçlı ve sakallı. Nasıl ressam dediğin top sakallı bereli olursa anlaşılan heykeltıraş dediğin de kısa saçlı oluyor demek. Belki de mesleki bir gereklilik bu. Hani aşçılar yemeğe saç düşmesin diye ya saçları kazıtır ya da bere takarlar, belki heykeltıraşlar da heykele saç düşmesin diye kısa saçlı oluyor. 

Evet, sonunda bir heykeltıraş gördüm, tanıştım dedim ki belki bloğumdaki okuyucularım da merak eder bir heykeltıraşı. Söyleşi teklifimi kabul etti sağ olsun. Sorduğum sorularla ortaya çıkan cehaletim için şimdiden özür diliyorum. Evet, başlıyoruz… 



Benim hareket ettiğim yerden başlayacak olursak, sen ne zaman gördün heykeltıraşı?Büyüyünce heykeltıraş olacağım mı maceranın başlangıcı? Baban kalp krizi geçirmedi mi bunu duyunca? İtiraz etmedi mi ailen? Yani nasıl başladı macera?

Ne yalan sööleyim bende  41 yaşında fakülteye başlayıncaya kadar hiç heykeltıraş görmemiştim..Ressam çok görmüştüm de heykeltıraş ne mene bişeydir bilmiyordumJSınavı kazandığımda  niyetim resim bölümüne gitmek ve zaten benim için bir uğraşı olan bu alanda yetkinliğimi diploma ile tescillemekti. Bu niyetle de kayıt yaptırmaya gittim zaten. Ama birden; ben heykel okucağım dedim yanımdaki arkadaşıma..AAA!! hatta baya uzun bir şaşkınlık nidası ile aaaaaaaaaa!!!çıktı ağzından. Ne alakası var, nerden çıktı diye sordu. Bilmem, içimden ööle geldi dedim ve kararımı hemen uygulamaya koyarak heykel bölümüne kaydımı yaptırdım..
                              
Benim metabolizmada ters işleyen bişiler var sanırsam çünkü  karar mekanizması öncelikle davranıyor ardından hareket ile ilgili düşünce geliyorJSpontane kararlar ile hayatı yaşadım her zaman. Küçükken ya da gençken büyüyünce heykeltıraş olucam  hayalimde yoktu üstelik JKaydımı yaptırdıktan sonra arkadaşıma gel heykel bölümünü bir görelim dedim ve hayatımda ilk defa Atatürk heykelleri dışında heykelleri orada gördüm.. Kendimi bir denize düşmüş sandığımı hatırlıyorum. Yukarıdan değil denize içinden bakmak gibiydi ve çok heyecanlanmıştım.

                                                     Fakültede atölyeJ
Eğitime başladıktan sonra da deniz diye düşündüğüm şeyin aslında büyük okyanus olduğunu öğrenecektim..Şimdi düşünüyorum da heykeli seçmek  benim içimdeki maceracı kişilikle ilgili, kaşif olmak ile ilgili olduğunu görüyorum..Keşfedilmiş topraklar olsa da ben kendim için yeniden keşfetmeliyim duygusuyla hareket ediyorum..Tırmanılmış zirvelere birde ben tırmanmalıyım diyorum..Bişey fark ettim birden sevgili Erkan; ben kendim için hep zor yolu seçmişim..aa!gerçekten çok ilginçJJJzor yollar, zor durumlar, zor insanlar..ve hepside benim seçimim..Sanırım hayatın beni sınamasına izin vermeyip hep kendimi sınamaya çalışıyorum..hıımmm!! ilginç bir durum..üzerine düşünmem lazımJ

                                                    yaptığım duvar resmine dayanmışkeneJ)

Babam duyduğunda kalp krizi geçirmedi ama nerden çıktı bu diye somurtuk bir ifade ile sordu(çünkü eğitim sponsorum oydu)  Annem ise şaşkınlık içinde sen resim yapıyordun  şimdi heykel mi yapıcan diye sordu..Kesinlikle büyük bir bozum yaşadılar..Bağ bozumu zamanları gibi ama bizimkiler heykel bozumu yaşadılarJ)Ama hiç aldıracak halde değildim çünkü ben büyük bir maceraya atılacakmış kadar heyecan içindeydim..Sevgili Nuray Klimancero’ya tırmanırken aynı heyecanı yaşamıştırJ
              kargalar ve martıları çok severim…

İtiraz edemediler bile çünkü; 41 yaşında hayatını yeniden yapılandırma gereği duyarak, spontane bir kararla 18 yaşında evlenip ve yine aynı şekilde kararla 22 yıllık  uyku hali olan evliliğini sonlandıran, üstüne giydirilmiş olan; sessiz ,sakin, utangaç, aşırı sorumluluk sahibi niteliklerini üzerinden silkip atan yepyeni bir insan vardı artık.
 Bununla ilgili bir dip not düşmek istiyorum; “kadınlar, çok nadir olanlar dışında büyük çoğunluğu yaşamlarını hormonlarının yönlendirmesiyle yaşıyorlar..Hormonların etkisi azaldığında yada ortadan kalktığında bir kadın artık beyni ile düşünmeye başlıyor. Ben yaşamda nerdeyim diye bir kez farkındalıkla soran kadını artık hiçbir hormon engelleyemiyor..yaşasın aklın devreye girişi!! kahrolsun kimliksiz hale getiren hormonlar!!
                                              kürede benmiyim??

Sanatçı olunmaz doğulur mu? Yoksa bizden hala bir Rodin çıkar mı?

Elbette sanatçı olmak için okullu olmak gerekmiyor..Okuldaki ilk haftamda atölye hocamla bunun tartışmasını yapmıştım. Hocamız şööle demişti; “sizler sanatçı adayısınız, buradan mezun olduğunuzda sanatçı olacaksınız” Bence bu çok saçma bir görüş sanatçılık öğrenilmez okullarda, tekniklerle sanatın dalları öğrenilir, öğrenilen her teknikte ne kadar iyi olursan ol yaratıcılığın yoksa seni sanatçı değil, zanaatçı yapar. Ben heykel ve resimlerimi yaratmadan önce kendi kendimi yarattım..tamamen özgün bir dille bir “şey”den bir“birey” yarattım.Ayy! burda megolaman bir tavırla çok güldüm..hehehe!! diyerek..

                                         değişim süreci başladı..ommmmmmmmmmmmm!!!:))

Şöyle diyeyim sevgili Erkan. Senden bir Rodin çıkmass(ama teknikleri öğrenen herkes kadar sende heykel yapmayı öğrenirsin)J..ben de olamam.zaten nerm olarak tanınmak isterimJ

                                                           amazon olmak!!!
Senin bu sergideki heykellerine elbise giydirmişsin gibi geldi bana. Yani elbiseli heykel gördüm de heykele elbise giydirildiğini yeni gördüm. Caiz midir hocam heykele elbise giydirmek?Peki, bu durumda Mehmet Hoca Ucubeye bir başörtüsü taksa kurtarabilir miydi heykelini? İnsanlığın en önemli sorunu başörtüsü teması ile?

Heykellerime giydirdiğim aslında toplumun kadına giydirdikleri bir anlamda..Bu çalışmalarımın genel adı “Vitrindeki Kadınlar”.Yaşamda durduğumuz her yer bir vitrin
       
 Bize çevrilmiş bir bakış; bu  sokakta, işte, evde, gazetede,dergide, bir topluluk içinde kısaca aklına gelen her yerde olabilir..Vitrindeymişcesine  bakılmak..görülmek bile değil sadece bakılmak..İşte ben baktığımı görerek bu kadın bedenlerini giydirdim bir nev’i..kadının meta oluşa dikkat çekmek istedim.
.çeyizini üstünde taşıyan bir genç kadın oldu birinde; sandığındaki dantel perdeleriyle, yazmalarıyla, yünleri ve düğmeleriyle..ve boynundaki evlilik zinciriyle..

Bir diğeri tüm zenginliğine,gösterişine, parlak taşlı kemerine ve ona bağlı süt güğümüyle(etinden,sütünden, her şeyinden yararlanılır), boynundaki zincirle köleliğini vurgulamak istedim. Faceten bir arkadaşım bu heykele dair yorum yapmamamı istedi. Ona sence ? diye sordum. Ve yorumu sevgili Şerifenin yapmasını istedim.O; “en süslüler, en köledirler” dedi. Eveettttt!işte buydu bunda aktarmak istediğim..

Nermin, senin bu sergideki heykellerin hepsi kafasız biri ise yarım akıllı pardon yarım kafalı. Sen bize ve topluma bir şey mi ima ediyorsun Aziz Nesin gibi?

                            Heykellerim kadın torsolarından oluşuyor ve dediğin gibi biri yarım kafalıJ

Yahu bu toplumda kadınlar kafalarıyla değil bedenleriyle kimlik kazanıyor..Yarım kafası olan çalışmada sanat dünyasında hem model hem de onu kendine tema olarak ele alan sanatçı kadını vurguladım.
Birinde de çocukluğumda sakızdan çıkan artist resimlerinden esinlendim ve bira kapaklarında  kolajladım artist fotolarınıJ

.mesaj ne yazık ki yine düşünen insanlara gidiyor..kafası ucubik imgelerle dolu insanlar sence vermek istediğim mesajı anlayabilir mi???   
                                                  
J Saçı uzun aklı kısa tanımlaması yapılan bir toplumda ben hep saçımı kısa kestim..hahahaha..belki mesaj alınır diye..nafileee..


Ben heykellerimi giydirmiyorum, örtmüyorum. Mehmet Aksoy heykellerine başörtüsü taksaydı da yine ucube olarak nitelenecekti Başbakan tarafından. Heykel düşündüren bir şeydir. Özelliklede soyutlama yapıldıysa..İzleyiciyi düşünmeye sevk eder..
  
Bence ucube nitelemesi çok talihsiz bir söylemdir bir ülke başbakanı için..Gerçekten de fiziksel olarak bir ucube olan birinin naturalist bir üslupla heykelini  yapabilirdi Mehmet Aksoy..O zaman ne diyecekti merak ediyorum sayın başbakan..Yönetim zoruyla benim heykelime müdahale edilseydi neler hissederdin diye sormuşun yaa..Hiç fark etmiyor benim heykelime müdahale edilmemiş olması..Mehmet Aksoy’un heykeline yapılan müdahale benimde canımı yaktı..Çünkü bu müdahale  çağdaşlığa, aydınlığa ve düşünceye  yapılan bir müdahaledir. Ve heykel sadece bir araçtır buradaLLL
 Beyninde ucube düşünceler ve kavramlar olan insanlara sen bir kadın bedenini olduğu gibi sunsan da onun çıplaklığı ile onu ucube olarak görürsün.
.                                                                     tuborg ödül heykelcikleriL

 Bir firma için yaptığın ödül heykelciklerini görünce aklıma geldi. Şimdi, ben ortaokuldan beri ne ödül almış ne de takdir edilmiş biriyim. Ortaokul bilgi yarışmasında kazandığım dolmakalem de çoktan atıldı gitti. Anlayacağın, torunlarıma gösterecek hiçbir ödülüm, başarım, plaketim falan yok. Diyorum ki bana şöyle bir heykelcik yapsan ben de altına bir şeyler yazsam maksat torunlar komplekse girmesin. Mümkün mü böyle bir şey ya da teklif geldi mi böyle? (Sonuçta her şey ihtiyaçtan doğar ve bu da gördüğüm kadar büyük bir ihtiyaç) 

Ödül heykelcikleri beni çok yaralayan bir konu..Hala içim acıyor..kendime kızıyorum aklıma geldikçe..İnsanlara güvenip hala kazıklar yiyorum. Büyük firma oluşuna  güvenip “adam gibi bira” sloganına sahip TUBORG firmasından da kazık yedim..Ama benim kazıklarım ödül heykelciği şeklindeydiJ İstersen elimde fazlasıyla olan bu heykelciklerden sana bir tane veririm, oturur bir yerde bira içeriz.. “en iyi bira içicisi” ödülü diye sana veririm bir heykelcik..hem sen mutlu olursun hem de torunların mutlu olurJtam bu noktada dün bir arkadaşın paylaştığı şiiri okudum ve çok etkilendim..ben bir badem ağacıyım dedim sonra;
ARKADAŞIM BADEM AĞACI
Sen ağaçların aptalı 
Ben insanların 
Seni kandırır havalar 
B...eni sevdalar 
Bir ılıman hava esmeye görsün 
Düşünmeden gelecek karakış.. 
Acarsın çiçeklerini .. 
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü... 
Bir güler yüz bir tatlı söz.. 
Açarım yüreğimi hemen 
Yemişe durmadan çarpar seni karayel 
Beni karasevda 
Hem de bilerek kandırıldığımızı 
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza 
Koş desinler bize şaşkın 
Sonu gelmese de hiç bir aşkın 
Açalım yine de çiçeklerimizi 
Senden yanayım arkadaşım 
Havanı bulunca aç çiçeklerini 
Nasıl açıyorsam yüreğimi 
Belki bu kez kış olmaz 
Bakarsın sevdan düş olmaz 
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama 
Vur kendini sen de bu güzel havaya

Alıntı.
        
             Duyduğum kadarıyla Kırşehir’in girişinde Muharrem Ertaş’ın bir heykeli varmış. Bunu gören biri “bunca Atatürk heykeli gördüm, saz çalanını ilk defa görüyorum” demiş. Buradan hareketle, Atatürk’ten sonra en çok heykeli dikilen kimdir Türkiye’de ve de dünyada?

Aziz Nesin gibi benimde bir Atatürk Heykeli hikayem var. Bronz büstüme mermercide kaide için granit kesiyorum, büstte tezgahın üstünde duruyor. Gördüğün gibi soyutlanmış bir büst. Mermer almaya gelen teyzenin biri yanıma geldi ve bana; sen heykeltıraşçımısın diye sordu? Teyzemi bozmak istemedim ve evet dedim gülümseyerek.Sonra bronz büste elini koyarak; bu Atatürk heykelini sen mi? yaptın die sordu.Önce bir şaşkınlık sonrasında müthiş bir kahkaha patlattım. Deli gibi gülüyorum(gibisi fazla))teyze ve mermerci çok şaşırmıştı..Evet teyzem dedim ben yaptım bu Atatürk heykeliniJ

                          bronz büst

Yaa! şimdi kadıncağızı bozmaya ne gerenk vardı dimi ama? J Üstelikte 3. sınfta olmama rağmen annem bile bana hala; ne zaman heykel yapacaksın derkenJ Yavvv!başbakana pek kızmamak lazım aslında . Onun da bildiği tek heykel Atatürk heykelidir belki..Bu ülkede Atatürk’e benzemeyen binlerce başka başka adam heykeli meydanları süslüyorken, ve her heykel Atatürk heykeli sanılıyorken, ucube söylemi için hak vermek gerekir diye düşündüm birdenJ

Gördüğüm kadarıyla heykel yaparken taş, mermer, ahşap vs. bir çok malzeme kullanılıyor. Bu aynı zamanda bir heykeltıraşın bir çok şeyi bilmesini de gerektiriyor. Kullanılacak malzemeler, mukavemet, heykel büyükse demir-çimento. Nasıl başa çıkıyorsunuz?

Heykel yapmak için farklı teknikler ve bir sürü malzeme var..Bazen malzeme beni çeker ve ona göre tasarım yaparım..Tabii malzemeye göre tekniklerde değişiyor, aletlerde.Taş çalışırken kullandığın araç ile ağaç çalışırken kullandığın araçlar farklı. Hemen hemen her teknik ve malzeme ile çalıştım..
Elbette yapım aşamasında pek çok zorlukla karşılaşma olasılığın her an var..Bazen öyle bir an olur ki heykel bitmiştir, sergilenmek üzere gitmeye hazırken bir anlık dikkatsizliğin sonucu  elinden düşürür ve kırılmasına neden de olabilirsinJbaşıma böyle bişey gelmişti ve etrafımdaki herkes bir anda dağılmıştı..dışarı çıkıp ağlamıştım bendeJ



Ama ben çok inatçı biriyim..aynı tasarımı bu kez afyon mermeri ile yapmıştım..Kısacası sanatçılığım sadece tasarladığım an’dadir.Ondan sonrası ameleliktir heykel sanatında..ama ben her aşamasını çok seviyorum..

Sanırım en çok heykeli yapılan Atatürk’tür. Her ne kadar benzerlik taşımasa da heykeller, o niyetle yapılmışlarJ
                                               nuh,gemisi ile ağrı dağı tepesinde otururkene

Heykel sanatına yabancı bir toplum olmakla birlikte, heykele ya da heykeli dikilmiş kişilere saygı büyüktür. Neden kaynaklanıyor sence bu?

Evet haklısın yeni biriyle tanıştığımda  ve heykeltıraş olduğumu öğrendikten sonra ,birkaç cümle sonrası söylediği şey; benimde heykelimi yapar mısın? oluyor..Sanırım insanlar ölümsüzlük kazanma dürtüsüyle böyle düşünüyor. Ya da merkezde olma duygusu..hani dünya her birimizin etrafında dönüyor yaa egolarımıza göre..işte bundan dolayı herkes heykelini yaptırma hevesindeJ

Heykellerinden biri tıpkı sen. Yoksa ölmeden kendi heykelimi yapayım ne olur ne olmaz diye mi? Gelecek nesiller, torunlar falan dikerler mi Germencik Parkına bir heykelimi? Bir de yani nasıl desem bize de nasip olur mu dersin bir heykel?


Ben kendi heykelimi yapmadım. Ama fotoğrafta görünen benim ilk imgesel büst çalışmamdı ve bittiğinde herkes bana benzediğini söyledi..


Büstü çalışırken  kendi yüzüme bakarak çalışmadım ama..kendi ruhumu aktararak çalıştım..Bu çalışma benim için çok önemli çünkü gerçek anlamda çalıştığım ilk heykel oluşu hemde bana yaşattığı farkındalık onu önemli kılıyor..Çünkü onu çalışırken heykel yapmanın insan olmakla ne kadar benzeştiğini fark etmiştim. Benim heykeli biçimlendirmem ile, benim, senin kısaca tüm insanların biçimlendirilmesi ve sonra da insan olarak yaşamın içine karışması birbiriyle neredeyse aynı..bu düşünce ile sonradan mezuniyet sergi davetiye ve afişime koyduğum, ve şimdi de web sitem de(nerminsozel.com) ilk sayfamda izleyici ile buluşan  heykele dair düşündüklerimin sözcüğe dökülmüş hali var;

   Somutun dışında soyut, soyutun içinde somuta ulaşma çabası...
Heykel yapmak, tıpkı insan gibi olmayı duyumsatıyor. Çamuru her eklediğinde ya da çıkardığında, kendine eklediklerin ve çıkarttıkların ya da taş çalışırken kendinde yonttukların, bazen sadece törpülediklerinle kendini oluşturmak gibi. Henüz hiçbir sey tam değil. Ne ben ne de heykellerim.
Nermin Sözel


Orta okuldaki resim öğretmenimizin zorlamasıyla naylon bir topa döktüğümüz alçıyı yontarak bir kafa heykeli gibi bir şey yaptım. Sonra da bizim incir bahçesine de gömdüm. İleride bulunsun diye. Var mı senin de böyle fantezilerin?

Heykele dair pek çok fantezim var  sevgili Erkan..Ama onları burada anlatmayım..Bundan sonraki çalışmalarımla anlatmış olayımJJJ

Çok teşekkür ediyorum sana benimle bu söyleşiyi yaptığın için..Okuyucularına da okudukları için teşekkürlerJsevgiler..